Değerli gönüldaşlarım;
Bazen kısa ve öz söylenmiş bir söz bir kitabın anlatamadığını anlatır.
Onlar dilimizde dolandırıp durduğumuz bazı konuları "Hah işte bu!.." dedirtecek ustalıkta söylenmiş sözlerdir.
Cenab-ı Allah bizleri kul hakkıyla huzuruna çıkmaktan korusun.
İstemeden ya da isteyerek kul hakkı yemişsek, bilerek veya
bilmeyerek bir kulun hakkına girmişsek,
bizlere ölmeden önce o kuluyla helalleşmeyi nasip etsin.
“Aluc(u)ra'lıyam bilin kazamı,
Sefer ettim vücudumu, azamı,
Bu Mülk-ü Dünyaya İslam Nizamı,
Kurana kurbandır bu canım benim..„
Bir destanımda geçen bu dörtlüğümden dolayı benim (Samsun/Terme doğumlu olmama rağmen) Alucra‘lı olduğumu hatta Alucra'nın eski adı "Hapu" yeni adı "Yükselen" köyünden olduğumu çokları bilir...
Peki Alucra neresi?
Alucra Giresun‘a bağlı iklimi sert, yiğidi mert bir vatan köşesi...
Bir küçük kasaba...
Yıllardır dilim döndüğünce hep anlatıp durdum...
Ben biliyorum ki kendi çekmediğiniz acı üzerine konuşmak kolay gelir...
O sebeple elimden geldiğince kendimi onların yerine koyarak, yani yeni tabiriyle empati yaparak feryat ettim feryat...
Ama duyan olmadı... Duyuramadım...
Biliyorum bazıları şu yazdıklarımı okurken (o da okurlarsa tabi)
“Bu işler saz çalmaya, destan yazmaya benzemez„ diyecekler ama bırakın desinler...
Birileri yetim hakkı çalarken bile denmemesi gereken diyeceklerini diyorlar da, ben sadece saz çalarken mi, denmesi gerekenleri demekten çekineceğim?
Bu yazımı 2-3 gün önce yazdığım “Kendini Bilmek„ başlıklı yazının devamı olarak değerlendirebilirsiniz..
Evet...
Başlık olarak koydum ama tekrar sorayım aynı soruyu!
“İşe göre adam mı, yoksa adama göre iş mi?„
Bu yazımı 2-3 gün önce yazdığım “Kendini Bilmek„ başlıklı yazının devamı olarak değerlendirebilirsiniz..
Evet...
Başlık olarak koydum ama tekrar sorayım aynı soruyu!
“İşe göre adam mı, yoksa adama göre iş mi?„
Öyle dedi doktorlar…
Ben haliyle onların dediklerini aktarmaya çalışıyorum.
Bugün öğleden sonra uzun uzun görüştük doktorlarımla…
Gerek ameliyatımı yapan Profösör ve yardımcısı olan doktorlarla, gerekse ameliyat sonrası tedavimi üstlenen onkoloji Profösörü ile teferruatlı bir şekilde istişare yaptık.
Hem doktorlar kendi aralarında değerlendirme yaptılar, hem de ayrı ayrı benimle görüşerek bana bilgi verdiler.
Esasında bu yazıyı daha önce yazmam lazımdı...
Çünkü bu haberi Haziran'ın sonlarına doğru almıştım.
Ama rahatsızlığımın ve tedavimin telaşı içerisinde yazmakta geciktim.
Nedir yazmam gereken?
Efendim sizin için önemli olmayabilir ama benim için önemli, o sebeple de yazma ihtiyacı duyuyorum...
Lütfen bugün böyle çok özelimi igilendiren bir yazı yazdığım için beni hoş görün!..
Zira önceki yazdıklarımı anlamayan bunu hiç anlamaz da, onun için lüzumsuz…
Anlamak istemez…
Hesabına gelmez hesabına!
Esasında bu bir psikolojik rahatsızlıktır.
Böyle durumlarda hep söylerim;
"Dünyanın en zor işi anlamak istemeyene bir şey anlatmaya kalkmaktır" diye...
Allah için azıcık etrafınıza dikkat edin!
Herkes bir şeyler aramakla meşgul.
Ama dikkat edin hiç kimse kendini aramıyor!
Benim Kerkük sevdamı, Musul sevdamı velhasılı Türkmeneli sevdamı anlatmaya bile lüzum görmem...
Kendiminkini görmediğim gibi hiç bir ülkücününkini de görmem...
Çünkü nerde ise her sahneye çıkışımda, her elime fırsat geçişinde Türkmeneli‘nden veya oralar gibi esir Türk diyarlarından bahsetmeden yapamadım.
Yani oraları, oralardaki soydaşlarımızın dertlerini dilim döndüğünce, aklım erdiğince anlattım durdum. Ve benim ülküdaşlarım da beni dinledi, beni dinlemekle de kalmayıp, oraların acısına, ızdırabına, yasına gömüldüler adeta...
Bir kez daha anladım ki ortalık yalancı, müfteri, namussuz, kahpe, cahil, dolayısı ile ukala ve küstah dolu...
Emek veriyorsun, bir konu ele alıyor, yazıyorsun, çiziyorsun hatta destanlaştırıyor, yani şiir yazıyorsun şiir...
Ama bazı kara cahiller çıkıyor, konuyla ilgili en ufak bilgileri olmadığı halde, bazen cahillikleri sebebiyle, bazen de politik şartlanmaları sebebiyle, kendi ziftlerini size ve sizin emeğinizin üstüne sürmeye, sıçratmaya çalışıyorlar!..
Şiiri gönderirken, bir "Ozan Olarak" benim omuzlarımda ki yükü daha da ağırlaştıran, bir de bir not eklemiş Şerif,
O notta da şöyle demiş;
"... Arif Ağabey;
Gönlümdeki yerin tıpkı Anayasanın ilk dört maddesi gibi!
Yani değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez..."
Tam bigisayarın başına oturdum ki, günlük gelişmelerle yani memleket meseleleriyle ilgili iki satır yazı yazayım...
Klavyeyi önüme aldım daha tuşlarına dokunmadan kapının zili çaldı.
Baktım kapıda postacı var, bir evrak getirdiğini söyledi...
Posta kutusuna atın lütfen dedim.
İmzanızı almam lazım hocam dedi...
Taahhütlü olduğu için imza atmam gerekiyor tabi, bahçe kapısına vardım ve imzamı atarak evrakı aldım.
İnanın aklım fikrim ermiyor...
Aklım fikrim ermiyor ama bazı siyasi çıkar dolaplarının döndüğünden eminim!
TEOG-Meog derken bu gün baktım haberlerde ünüversitelere giriş sistemi veya şekli de değişiyormuş...
Artık bir vatandaş olarak ben bu zikaklarınızdan illallah dedim inanın!..
Yani bir zamanlar Övdükleriniz, sonradan sövdükleriniz oldu hep!
Meselâ birkaç tanesini hatırlatayım isterseniz;
Kardeşiniz “Esat„ bir zaman sonra düşmanınız “Esed„ oldu...
Utanmadan televizyona çıkıp konuşuyor, yalan söylüyor ve bize veya bizim gibilere hakaret edebiliyorlar!
Her ne kadar yeni parti kurma çabasında görünenlere diyormuş gibi konuşsalar da, benim gibi inatla üç hilalin gölgesinden ayrılmayan ve ayrılmaya da hiç niyeti olmayan, ama kendilerini de hiç tasvip etmeyen, yanlışlarını suratlarına şamar gibi patlatanlara da verip veriştiriyorlar!..
Esasın da MHP'yi öyle kötü yönetiyorlar ki, Ne yeni parti kurmaya kalkanlara ne de benim gibilere tek kelime diyecek yüzleri olmaması lazım bunların...
Kendilerine karşı olanları MHP karşıtı gibi göstererek muhaliflerin gayesini çarpıtma çakallığına bile giriyorlar...
Dün bir yazı yazmıştım...
Kilonun iyi bir şey olmadığını, kilo almamanın yolunun da beslenme alışkanlığımıza dikkat etmekten geçtiğini vurgulamak istemiştim.
Bunu anlatırken de kendi hastalığım sırasında yaşadığım tecrübemi dayanak yaparak anlatmıştım.