Öğretmenlik...
Hevesi kursağımda kalan meslek.
Ve bugün öğretmenler günüymüş...
Esasında ben anneler günü gibi, babalar günü gibi kavramlara hoş bakmayan biriyim.
Öğretmenler gününe de hoş bakmıyorum!
Esasında Anne, baba, öğretmen gibi değerlerin bir güne sıkıştırılması benim kabullenemediğim.
Biliyorum pek ilgi duyduğunuz bir konu değil! Ama nedense bu konuyu sık sık yazmak istiyorum. Hatta daha açık söyleyeyim bizleri yönetenlere baktıkça bu konuyu yazmadan, konuşmadan duramıyorum! Dolayısıyla, tekrar başınızı ağrıtacağım için daha baştan özür dilerim!..
........
Bana göre insanlara oturduğu koltuğun yüksekliğine göre değil, yaptığı işlerin yüksekliğine göre itibar edilmelidir.
Hasbelkader bir koltuğa sahip olmuş bir insan kendisinden daha işin ehli, daha faydalı olabilecek kişilere hürmet etmesi, kendinden daha genç olsalar bile onların hakları olan makamlara gelmesini hazmetmesi hatta onlara yardımcı olması vatanperverliktir...
Millet severliktir...
Ben İsmail Türüt‘ü “Kanal 7„ televizyonunda tanıdım...
Beni orada yaptığı “Türütşov„a davet etmişti...
Yıllar önce başlayan bu dostluğumuz Allah‘a şükür ki hala devam ediyor...
Hem de benimle başlayan dostluğu ona trilyonlara mal olmasına rağmen devam ediyor!..
Bu zaman zarfında onu tartacak, onunla ilgili kanaat sahibi olacak çok fırsat geçti elime...
Ve onu çok tarttım...
Tarttıkça daha iyi tanıdım...
Tanıdıkça daha çok sevdim...
Gerçi sayfa yöneticisi kardeşlerim onu bize hatırlatan bir not ve bir resim paylaşmışlar!
Ama ben yine de iki satır yazmadan, yüreğimde hala tazeliğini koruyan acısını ve hasretini bir nebze de olsa ifade etmeden geçemeyeceğim!
.....
Ömer Lütfü Mete‘nin acısından,
Her geçen yıl yüreğimde büyüyen Ömer Lütfü Mete‘nin hasretinden bahsediyorum...
Televizyon kanalalarıda Naim Süleymanoğlu‘nun ölüm haberi veriliyor...
Şu anda o akıp giden ölüm haberleri gibi zaman da benim zihnimde akıp gidiyor sanki!
Hani derler ya zaman filim şeridi gibi geçiyor gözlerimin önünden...
Hah işte tam öyle...
O yılları düşünüyorum gözlerim uzaklara dalarak...
Yarabbi;
Şu mübarek Cuma günü huzurundayız...
Şehitlerimize rahmet et, asker ve polislerimizi koru...
Onların yar ve yardımcıları ol.
Benim çocukluğumda bizim memlekette evlenmenin çeşitli usulleri vardı...
Birincisi;
Her memlekette olduğu gibi görücü usulü başlayıp istemeyle devam eden ve Allah‘ın emri Peygamberin kavli ile biten usul...
İkincisi Oğlanla kızın birbirini beğenip ailelerin karşılıklı uygun görmesiyle biten usul...
Ya da kız veya oğlan ailelerinin rıza göstermemesi durumunda iki gönülün kafa kafaya vererek kaçmaları usulü....
Neyse bunlar normal yollar...
Yarın 10 Kasım...
Yani Atatürk‘ün 79. ölüm yıl dönümü...
Aşağıdaki resimlere bir bakın! Şimdi nerdeyse bir çok yerde bu tip bezler asılı...
Hiç ummadığımız kesimin hiç beklenmedik bu Anıtkabir davetlerini görünce
“Allah Allah hangi dağda kurt öldü acaba?.„ demekten kendini alamıyor insan...
Ben şahsen başlarına taş mı düştü acaba? diye kendi kendime sormaktan kendimi alamadım!
Yani riyaya, çok yüzlülüğe onların tabiriyle takiyeye yıllardır alıştık, alıştırdılar bizi...
Ama bu kadarına da pes doğrusu!
Efendim, bir siyaset büyüğümüz(!) diyor ki;
"Hırsıza hırsız demekten korkmamak ne kadar zorunluysa,
şerefsize şerefsiz demek o kadar yüksek ve milli bir sorumluluktur"
Ben de diyorum ki;
Evet bir mahkemenin demekten ziyade bir mahkeme celsesinin ardından demek daha doğru olur herhalde. Malumunuz bugün Samsun Adliyesi 2.Asliye Ceza mahkemesinde duruşmam vardı...
Şu dillere pelesenk olan “Şerefsiz„ isimli destanımdan kendilerine pay çıkaranların şikayetiyle açılan mahkeme...
Önceki gelişmelerden sizleri haberdar ettiğim için bugünkü ilk celseden de(oturum) haberdar olun istedim...
Yani yaptığım savunmamı sizinle paylaşmanın doğru olacağını düşündüm.
Ak saçlı ihtiyarlar, bağrı yanık analar ve babalar, gönlü yaralanmış dullar, yetimler olarak...
Bu gün tam sekiz şehidini sana yolculayan, mabedlerinde ağlayan, şehit evlatlarının acısını bağrına gömen yaslı bir vatanın evlatları olarak...
Yahu arkadaş daha bir hafta oldu “Zam… Zam… Zam…“ diye destan yazalı…
İnanmıyorsanız aşağıdan bakıp, bulup, okuyun…
Ama şimdi yine zam… Yine zam…
Bir hafta arayla da zam destanı yazılmaz ki!
Allah’tan korkun Allah’tan…
Bu iki tipten de nefret ediyorum!..
Birisi dün devletin bütün dinamiklerini berbat edip, ama bugün utanmadan devlet kavramının arkasına saklananlar!..
Diğeri de MHP‘nin bütün dinamiklerini, Ülkücü hareketin bütün yuvalarını tarumar edip, ama bugün yine o kavramların, o tabelaların, hatta o yuvalara şan şeref kazandıran Ülkücü Hareketin yani Türk-İslam ülküsünün arkasına saklanmaya çalışanlar!..
Gerçi biliyorum bu tür yazılar pek hoşunuza gitmez!
Ama olsun ben yine de yazacağım...
Bu işi merak edenler çeşitli devletlerin tarihini bir inceleseler şu pis gerçeği görürler!
Hangi işi, hangi gerçeği diyorsanız söyliyeyim;
Son günlerde moda oldu!
Herkesin ağzında bir dava...
Ben davam için şunu yaptım, ben davam için bunu yaptım...
Bazen düşünüyorumda,
Eğer günahIar koku verseydi, bana öyle geliyor ki, kimse kimsenin yanına yaklaşmazdı!..
Veya aşağıda ki sözde İmam-ı Azam’ın dediği gibi;
"Ya günahlarımız alınlarımıza yazılsaydı!“
O zaman da bırakın birbirimizin yüzüne bakmayı, evde aynaya bile bakamazdık aynaya…
1990 model bir arabam var... "Mercedes"
6 silindir benzinli... Manda kasa diyorlar...
Sabah sabah benzinciye vardım ki benzin alayım.
“Köşe kapmaca„ çocukların oynadığı bir oyunun adıydı,
Şimdi büyüklerin özellikle de siyaset ve brokrat büyüklerimizin(!) oynadığı bir oyun haline geldi!
Onlar literatüre “köşe kapmaca„dan hariç “koltuk kapmaca„ veya “köşe dönmece„ kavramlarını da soktular!
Neyse konuya gelecek olursak;
Başarıya ulaşmanın yolu, yaradılışın düzenlerinden, nizamlarından hatta kanunlarından ibret almaktan ve ders çıkarmaktan geçer.
Siyasi gelişmelerin dans ettiği, Siyasi istifaların gırla gittiği şu saatlerde, sizi biraz siyaset ikliminden uzaklaştırmak niyetindeyim bugün...
Siyaset ikliminden alarak türkülerin iklimine götürmek istiyorum sizi...