Bir can sıkıntısı ile oturdum ki yazayım!
Oturur oturmaz da vaz geçtim yazmaktan!
Niye yazıyorsun ki dedim kendi kendime...
Bu zamana kadar bunu, bu konuyu yazdım yazdım da ne oldu?
Ne kapımızı kurtarabildik, ne yapımızı...
Bilmiyorum ilk ne zaman duydum bu sözü!
Hani şu meşhur atasözümüz vardır ya;
“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar..„ diye,
İşte o sözden bahsediyorum...
Bugün benim duam bu olsun!
"Cenab-ı Allah bizi sadece ezberleyerek öğrenenlerden değil,
öğrendiğini düşünen müslümanlardan eylesin inşallah..."
İyi ki şu Amerikada ki meşhur dava,
İyi ki “Dünyada MAN, ahirette iman” davası(!)
İyi ki şimdi de Beşiktaş Belediye Başkanının görevinden alınma davası çıktı da gündem değişti!..
Yıllar önce Avustralya’da tanımıştım onu…
Avustralya’ya kaçıncı gidişimdi bilmiyorum, Sydney Türk Kültür Ocağında uzun uzun sohbetler etmiştik kendisiyle…
O zaman Sydney’de hukuk okuyordu…
Bilgili, birikimli, gerçekçi hem fikirleri hemde fiziği ile tam bir Türk delikanlısı diye düşünmüştüm.
Ben siyasetçi değilim.
Yani bir partinin kayıtlı üyesi veya herhangi bir liderin daha doğrusu lider yokluğunda lider geçinenlerin avukatlığını yapan birisi de değilim.
Hele hele nokta kadar çıkarları için birilerinin önünde virgül gibi eğilen yalakalardan hiç değilim.
Ben doğru bildiğinini yazan,
ben hakkızlığa, adaletsizliğe kızan,
ben art niyetlilerin oyununu bozan,
ben bu milletin arasından çıkmış, bu millet adına mesuliyetler taşıyan bir ozanım ozan…
Yine bugün konu o!
Hayır hayır yanlış anlamayın sadece benim değil, siyasi gündemi takip eden herkesin konusu o!..
Yine “Twitter” yağdırmış Beyefendi!
Twitter’inin konusu 696 sayılı KHK’nın, (Kanun hükmünde kararnamenin) 121. Maddesi…
Ama herkes “twitter”lerinin konusunu bırakmış twitter’leri gönderen bu Beyefendiyi konuşuyor(!)
Bunu ben yazsam hop oturur hop kalkarlar…
Ama ben yazmadım…
Yaş itibarı ile bizden büyük olan bir Ağabeyimiz yazmış…
Evet benim yaş açısından büyüğüm, ama bazılarının hem yaş hem de fikir açısından büyüğü olan Mehmet Şevket Eygi Bey yazmış…
Şu Amerika'daki meşhur dava haberlerinden illallah dedim artık.
Davanın adını bile şaşırdık nerdeyse…
Ne biçim adaletse sanık olanlar tanık oluyor, tanık olanlar sanık oluyor…
“Reza Zerrab davası” diye başlayan dava şimdi oldu “Mehmet Hakan Atilla davası”
Son günlerde bir de komser yardımcısı çıktı…
“Hüseyin korkmaz”mıymış neymiş…
Katılırsınız veya katılmazsınız şu mübarek Cuma münasebeti ile şu an aklımdan geçen bu!
İnsanın samimi olarak gönlünden geçen hayırlı bir arzu için dua ederek sabırla beklemeye koyulması ne güçlü bir bekleyiştir...
Ancak o bekleyişin yolunda olmak şarttır şart...
Yani nerede, hangi hazırlıkla neyi bekleyeceğini bilmek gerekir.
Bu ara Türk'le ve Türklük'le derdi olanlar çoğaldı!
Dolayısıyla Türkiye’ye kafa tutanlar da çoğaldı!..
Baksanıza Yunanistan kabinesinden bir Palikarya Tohumu bile bize kabadayılık yapmaya başladı…
Sanki daha dün Kıbrısta (kaçmasınlar diye) topçuları toplara bağlayanlar bizdik!
Sanki Bayrağını bile almadan Beşparmak Dağlarından ayakları kıçına vurarak tüyen Türklerdi…
Bir kardeşim lütfetmiş, bir fotoğraf göndermiş.
Fotoğrafı aşağıda (sosyal medya) paylaştım.
Bu fotoğraf sizin de tahmin edeceğiniz gibi şahsıma ait.
Sene 1977-78 veya 79 da olabilir…
Ankara’da çekilmiş…
İşte böyle!
Zorla adamı günaha sokar pis herif!..
Yahu sana ne arkadaş?…
Sen bizim mahallenin muhtarı değil misin?
Yan mahallelerin derdi, seni mi gerdi?
Neymişte “Başmahalle”nin muhtarıyla, “Taşmahalle”nin muhtarı birbiriyle uğraşıyormuş!
Uğraşırsa uğraşsınlar sana ne aslanım?
Ben bile bir deyişimde demişim ki;
“Bunca sene, bunca yıl, ay,
Geldi geçti vay dünya vay,
Yaşamaksa yaşadım say,
Aha geldim gidiyorum„
İnanın o an için hangi duygularla yazdığımı pek hatırlayamıyorum.
Ama belli ki güzün kapıya dayandığını hissettiğim bir anda yazmışım!
İşte buyurun!
Ta 1985 Yılının Ocak ayında yazdığım bir destan.
Bilmiyorum üzerine yeni bir yorum yapmaya gerek var mı?..
Aradan nerdeyse tam 32 sene geçmiş…
Bırakın “Türkiye 15 sene önceki Türkiye mi?..„ mavralarını!
Değişen ne?
Esasında değişen hiç bir şey yok.
Kimisi diyor ki; Doğru…
Kimisi diyor ki; Yalan…
Benim, senin, onun hülasa bütün milletin kafası karışık!
Kafası karışık olmayanlar;
Aklını, beynini inanmak istediklerine ipotek etmiş olanlar!
Yani inanmak istediğine inanan, kendi taraftarı olduğundan başkasına asla şans tanımayanlar!..
Siz de bilirsiniz ki leştiri bir şahsın veya herhangi bir şeyin iyi-kötü taraflarını çıkarıp ortaya koymaktır.
Eleştiriyi üç sınıfa ayırmak gerekir diye düşünüyorum.
- Yapıcı eleştiri
- Yıkıcı eleştiri
- Art niyetli ya da diğer adıyla hileli eleştiri
Gün doğdu…
Gün battı…
İnsanoğlu da böyle işte!
Onun için eskiler “Dünya ölümlü, gün akşamlı…” demişler.
Bir gün doğup, bir gün batıyor insan…
Ömer Efe isimli kardeşimin gönderdiği elektronik posta vasıtasıyla aldım kara haberi…
İki kolum yanıma düştü sanki…
İmanımız gereği her an için böyle sonuçlara kendimizi hazır tutsak da demekki bir zayıf yanımız var…
Dondum kaldım…
Yalakalık Makam, mevki, koltuk sahiplerinin hele hele devlet adamlarının etrafını çepeçevre sarmış bir ağdır.
Bakarsanız, daha doğrusu bakmayı becerebilirseniz bu gerçeği görürsünüz…
Bizim ülkemizde de bu acı gerçek böyle maalesef!
Kaideyi bozan istisnalar olsa da ekseriyetle, siyasetçi geçinenler parti başkanlarına, bürokratlar müdürlerine, müdürler genel müdürlerine, genel müdürler bakanlarına, bakanlar başbakanlarına, başbakanlar da cumhurbaşkanına yalakalık yarışındalar…