"Hakk'a hizmet, Hakk'a erliktir, erlik...
Hakk varken kuluna tapmak değildir!..
Vatan, millet, din ve devlet severlik,
İktidara itlik yapmak deildir!.."
Neymiş...
Geçmişte Başbuğ'umuz hatta Necmettin Erbakan Hoca bile başkanlık sistemini istemişlermiş efendim!..
Hani bir laf var ya "yalandan kim ölmüş" diye...
Başbuğ'umuzun bir yerde zikrettiği bir cümlenin üstünü, altını kırparak Türkeş'te bunu istiyordu demeleri saçmalığın daniskası...
(Önce benim gibi düşünsün veya düşünmesin, bu sayfayı edebiyle ziyaret eden bütün yürekleri tenzih ederek, hatta onlardan özür diliyerek size sesleniyorum!..)
Bana Bakın Lan!
Partizanlığı her türlü değerinin önüne geçmiş soysuzlar...
Aşağıda fotoğrafı da bulunan haber şu;
...........
"Anayasa değişiklik teklifinin görüşüldüğü Meclis Genel Kurulunda, 17'nci maddenin oylanmasının ardından yemek arası verildi.
Genel Kuruldan çıkan AKP Genel Başkanı ve Başbakan Binali Yıldırım, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye birlikte ile yürümeyi teklif etti.
Yıldırım bu sırada Bahçeli'ye yeni çipli kimliğini verdi.
Bahçeli, Başbakan Yıldırım'a bu jesti karşılığında teşekkür etti..."
Bu gün nihayet Akp‘li vekillerin arasından biri delikanlıca çıktı, kafalarındaki gerçek hedeflerini meclis kürsüsünden kustu!..
Kustu-mustu ama helal olsun kendine göre hakikaten delikanlıymış(!)
Dedi ki;
“Ben Anayasa'da değişmeyen maddelerin olmasını kabul edemiyorum..„ dedi.
Yani adam (partisinin siyaseten sakladığı) gerçek niyetlerini bağıra bağıra haykırdı...
(Biliyorum böyle yazıları pek okumuyorsunuz ama, ben yine de yazacağım.)
Kölelik ve köle ticareti 19. yüzyılda kanunlarla yasaklanmış olsa da kölelik bugün farklı biçimlerde varlığını sürdürüyor.
Beni bilgilerim yanıltmıyorsa,1847'de Sultan Abdülmecid'in çıkardığı bir fermanla kölelik kaldırılmış olmasına rağmen, bizde bile sürüyor bizde...
Çok hoşuma giden bir söz vardır!
Gerçi siz de duymuşsunuzdur, o söz diyor ki;
“Dürüstlük pahalı bir mülktür, ucuz insanlarda bulunmaz..„
Cuma günü “ İyi olan var mı?!..„ başlıklı bir yazı yazdım.
Merak edenler aşağıda okuyabilirler.
Bu gün ise Pazar...
Dışarıda kar yağıyor.
Bilgisayarın başına yeni bir yazı yazmak için oturdum.
Baktım ki cuma günkü yadığım yazının altına an itibarı ile 206 yorum yapılmış, şunlara bir göz atayım dedim...
Ve attım...
Sağ olsunlar eş-dost geliyor, arıyor, telefon ediyor...
Nasılsın? diye soruyorlar...
Biliyorum ki geçirdiğim ameliyat dolayısıyla sıhhatimi soruyorlar,
şükrolsun günden güne iyiye gitmeme rağmen inanın iyiyim demeye dilim varmıyor!
Zaten genelde de “iyiyim...„ demek adet olmuş,
Bırakın benim gibi sıhhi problem yaşayanları,
sıhhatleri yerinde olsalar bile omuzlarında bu vatanın bu milletin mesuliyetini hisseden hiç bir vatan evladının ben iyi olduğuna, huzurlu, rahat olduğuna inanmıyorum...
İnanın bilemiyorum...
Her yılbaşı, hep aynı şeyleri yazmaktan usandım zaten...
Yani yazmanın bir yararı yok...
Çünkü herkesin kendine göre bir doğrusu var.
Kimisine göre yılbaşı kutluyorsanız kaliteli insansınız,
kimine göre kutlamıyorsanız kaliteli insansınız...
Daha doğrusu nereden başlasam bilemiyorum.
Bu akşam günlerdir yattığım hastahaneden doktor izniyle evime geldim.
Yarın yine (yani bugün) Allah izin veririse hastahanede ki odamda olacağım.
Eve gelir gelmez 40-50 gün sonra tekrar bu aletin (bilgisayarın) başındayım!
Türkiye de Salı günleri entresan günler!..
Siyasetin, daha doğrusu siyaset şeflerinin, yeni yumurtalar yumurtladığı günler de diyebiliriz salı günlerine...
Yani siyasi parti guruplarında siyasetin başını çekenlerin, sadece alkışlamaktan başka vazifesi olmayanlara, gurup salonlarında nutuk atma günleri desek de olur...
Pardon nutuk atma da değil, (Çünkü nutuk atma sıkıcı olmakla beraber irticalen yapılan konuşmalara denir) birilerinin yazıp ellerine verdiği metinleri “promter„ denilen cam ekranlardan okudukları günün adıdır Salı...
Ne diyor Beyefendi!?...
Diyor ki;
"Kimse bana mağdur edebiyatı yapmasın!"
Ne demek bu şimdi?..
Mağdur olan, mağdur olduğunu söylemesin mi yani?
İnsanın bazen öldü demeye dili varmıyor bazı simalar için...
İşte onun için gitti diyorum...
Evet ismiyle ölümü yanyana getirmekte zorlandığım, bir kardeşimi, bir ülküdaşımı daha bugün kayıp ettik...
Kim ne derse desin, kulağıma girmez!..
Hele şu 9-10 senedir gördüklerimden sonra iyice anladım ki, Atatürk kendi devrinin çok ötesine atlamış müthiş bir kumandan, feraseti çok üstün büyük bir devlet adamı imiş...
“İmiş„ diyorum çünkü Onun devride yaşamadım...
Yaşamadığım için de, gençlik yıllarımda ben de bu tarihi değerimiz ile ilgili kötüleme propagandalarının tesirinde çok kaldım!..
Bu propagandaları yapanların pisliklerini görmesem belki de aynı kafa da devam ederdim!
Ama gördüm...
Benim Türkiye‘ye gelemediğim veya gidemediğim yıllardı,
Ama O 4 sene 7 ay tutuklu kaldıktan sonra içeriden çıkmış, ve zaman zaman Avrupa‘ya gelmeye, Avrupadaki teşkilatları denetlemeye, gurbetçilerin dertlerini dinlemeye, onlarla memleket ve dünya meseleleriyle ilgili sohbet etmeye başlamıştı.
Yine bu gelişlerinden birindeydi, hanemi şereflendirmiş, bana konuk olmuştu...