Zamanı gelmiş fikirler gibi, zamanı gelmiş duygular vardır!
Önlerine hiç kimse geçemez onların.
Yasaklar para etmez, engeller durduramaz onları.
İlla bir yolunu bulup dile gelirler.
Hatta o fikrin kaynağı veya o duygunun menbaı olan yürekler bile durduramaz onları…
Dedim ya bir yolunu bulup illa çıkarlar ortaya.
“Özür”ler de böyledir.
Haksız hakaretler, anlamadan suçlamalar, saldırmalar veya sövmeler, saymalar zamanı gelince illa bir özür dilemeye gebedirler.
(Tabi bütün bunları insanlıktan nasibini almışlar için söylüyorum.)
Önemli olan bu özürlerin karşısında takınılacak haldir.
Özür dilenen insan haklı çıkmışlığın kibrine kapılarak küçülmemelidir.
Hele hele özür dileme erdemliliğini gösteren insanın onuruyla oynayıcı ifadeyi bırak, imada bile katiyen bulunmamalıdır.
Çünkü en hatalı insanın bile bir onuru vardır.
Madem ki hatasının müdriki olmuş, madem ki özür dileme gibi bir edebi yakalamış, o zaman insanların hataları ayrı, onurları ayrı değerlendirilmelidir.
Ben son yıllarda sık sık bu tür özür mektuplarının muhatabı oluyor ve cevap vermekte zorlanıyorum.
“Yaaa… İşte ben size demedim mi?” gibi bir cevap vermeyi bırakın, böyle bir düşünceye kapılmaktan bile Allah’a sığınıyorum.
Ve hamd ediyorum!
Bu özür dileyen kardeşlerimden, “ya ben özür dileme durumunda kalsaydım” düşüncesiyle şükrediyorum Allah'a inanın…
Şimdi sizi son zamanlarda sık sık aldığım mektuplardan biriyle baş başa bırakmak istiyorum.
Mektubu gönderen kardeşimizin adı; Fatih K.
Mektubunu yayınlamak için izin istediğimde bakın ne dedi;
“Elbette yayınlayabilirsin Ağabey, ancak adımı ve mail adresimi çok açık yayınlama çünkü bütün işlemlerimi bu adresten yapıyorum, sanal saldırıya uğramasın” dedi…
Ben de bu arzuya uyarak bu kardeşimizin adını ve adresini açık yazmadan sadece mektubunu sizinle paylaşmak istiyorum.
Mektup şöyle, diyor ki;
—————————-
Arif Ağabey;
Mektubuma başlarken senden isteğim, mektubumu lütfen sonuna kadar oku…
Ben ana rahminde altı aylıkken babam cezaevine giriyor.
Babam çıktığında ben tam 13 yaşında idim. Yani 13 yıl "baba" diyemedim ben Ağabey…
İlk okulda her yeni gelen öğretmen tanışmak amacıyla sınıftaki herkese adını, soyadını ve babasının ne iş yaptığını sorardı.
Ben bütün arkadaşlarımın icinde utanarak “babam cezaevinde” cevabını verirdim.
Ozan Ağabey;
Yaklaşık 18-20 yıldır babamın, anamın gençliğini benim ise çocukluğumu verdiğim kutsal bildigimiz MHP’mize ve onun başındaki zata duyduğum bağlılıktan dolayı size karşı hınç hatta intikam doluydum.
Arkanızdan belki yüzlerce kez en hafifiyle “şerefsiz” “alçak” “namussuz” gibi sözler olmak üzere bir sürü küfür sarfettim.
Ancak son iki yıldır sizin ta baştan gördüğünüz gerçekleri ben yeni görmeye başladım.
Son zamanlardaki gelişmeler aklımı yeni başıma getirmeye başladı.
Senin o;
“Ben ülkücü doğdum, bu yoldan asla,
Sapmadım, sapmam da mümkün değildir.
Makasla kestiler beni makasla,
Kopmadım, kopmam da mümkün değildir…”
diye başlayan feryadını, ben de makasla kesilip bir kenara atılınca anladım.
Meğer ne kadar doğru söylüyormuşsun be Ağabey…
Şu an bu satırları gözlerimden yaşlar akarak, göz yaşlarımı eşimden saklayarak ve burnumun direği sızlayarak yazıyorum.
MHP’nin o yapılmayan kurultayında “herkes bir gün anlayacak” ifadenizin anlattığı acı gerçeği, yani sizin 20 yıl önce gördüğünüzü ben 2-3 yıldır yeni görmeye başladım.
Sizden özür diliyorum Ağabey…
Tam 20 yıldır, liderlikle alakası olmayan, boş, hatta kötü niyetli birinin arkasından koşmuşum da hiç haberim olmamış.
İşin en kötüsü onun ve onun etrafındaki çakalların ağzına bakarak, onların gazına gelerek sizin gibi bir ülkücü ağabeyimizin çok ahını aldım.
Sizden tek dileğim benim özürümü kabul etmeniz…
Beni affedin, bana hakkınızı helal edin Ağabey…
Size bu mektubu yazmamı, helallik almamı benden eşim istedi!
Eşim hep sizin haklı olduğunuzu “Eğer Ozan Arif böyle diyorsa doğrudur” diyerek kestirip atıyordu.
O oturan kütük, sahte bilge için de; “Bu adam ülkücü-mülkücü değil ” diyordu hep.
Ben ne sizin, ne de eşimin gördüğü gerçekleri sizler gibi zamanında göremedim.
Kim bilir belkide partizanlık hırsı gözümü ve vicdanımı kör etmişti.
Kısacası;
Allah rızası için, beni size ettiğim onca küfürler sebebiyle affediniz Arif Ağabey…
İnanın kısacık da olsa, affettiğinizi ifade eden bir cevabınız bana dünyaları bağışlayacaktır.
Affınızı bekliyor ellerinizden öpüyorum.
Allah hepimizin yardımcısı olsun.
Fatih K.
——————————————
Bu mektup, son senelerde bana gelen binlerce mektuptan biri…
Sizinle neden paylaştığıma gelince;
Yine bir seçim iklimindeyiz,
Yine partizanlıkların her türlü değeri ayaklar altına aldığı günler yaşıyoruz.
Yine birbirine küfreden, birbirini hain ilan eden, birbirinin kalbini kıranlarla dolu ortalık.
Kim için?
Kim için olacak, dün birbirine “köpek” diyen, bu gün ise gel birbirimizi “öpek” diyen siyasiler için.
Hangi partili olursan ol…
Hangi siyasinin peşinden koşuyorsan koş…
İnan değmezler be kardeşim…
(Kişisel çıkarının peşinden koşanlar elbetteki beni haksız bulacaklar, ben hiç bir menfaati olmadan, kendi menfaatinin siyasetini yapanlarca istismar edilen yüreklere sesleniyorum)
Yapmayın, birbirinizi kırmayın, birbirinize kıymayın…
Onlar her zaman olduğu gibi yarın yine ceylan derisi koltuklara oturup birbirleriyle geyik muhabbeti yaparlar, beraber yerler, beraber içerler ama siz!..
Siz birbirinizi kırmışlığınızla baş başa kalırsınız.
Birbirinizin yüzüne bakamazsınız…
Yazık olur!
Yapmayın!
Kırmayın birbirinizi…
Selam ve dua ile, hepinizin Cuması mübarek olsun.
7 Haziran 2018
Samsun