Gündem hayli kabarık!
Sadece Türkiye‘de değil bütün dünyada kabarık!..
Gündemin böylesine kabarık olduğu şu günlerde benim bu konuyu yazmam ne derece ilginizi çeker bilmiyorum.
Ama bunları yazmam lazım...
Bu satırları bir önceki yazımın devamı niteliğinde kabul edin lütfen.
Bir önceki yazım uzamasın diye bu hususları belirtmemiştim, hiç olmazsa şimdi belirteyim.
Yani konu yine 4 Nisan, Başbuğ Alpaslan Türkeş‘in vefat yıldönümü ve anılması...
Her 4 Nisanda hep bunu düşünmüşümdür!
Çünkü 21 senedir her 4 Nisanda durumu gözlemleyen biri olarak hiç bir zaman o tarihin hakkının verildiğini görmedim!
Yani Başbuğun Yüce Türk Milletine ve Türk siyasetine emaneti olan Milliyetçi Hareket Partisi‘ni idare edenler bu tarihi önemsememekte, bu tarihte yapılması gereken bir çok şeyi yapmamaktadırlar.
Hatta yapmadıkları gibi bazı siyasilerimizin mezarın başında kakara-kikirili geyik muhabbetlerine bile şahit olduk. Hem de Başbuğ‘unu kayıp etmenin acısını yüreğinde taşıyarak mezarın başına gelmiş olanların gözleri önünde...
Benim gibi niceleri seyretti bu manzaraları...
Bence o tarihte mezarın başına bile, Anadolunun her yanından insanlar doluşuyor diye kerhen gelmekte, ibrikle su dökme şovu yapmakta, günün mana ve öneminden uzak nutuk atmakta, başka da hiç bir şey yapmadan yüreğinde Başbuğ sevdasıyla oraya toplanan halkı ve ülkücüleri beklentilerine hiç cevap vermeden dağıtmaktalar...
Bu yıllardır böyle sürüp gidiyor...
Siz şimdi bakmayın sıkıştıklarından arada Başbuğ falan dediklerine, beylerin kılıçlarının iki ağzının da kestiği ilk zamanlar Başbuğ‘un mezarının başında içinde tek kelime Başbuğ‘dan bahsedilmeyen ne nutuklar dinledim ben aaahh... ah.
Sonra sonra vefat etmiş olsa bile bu işin Başbuğsuz olmayacağını anladıkları için, konuşmalarının içinde “Türkeş„ ismini zikretmeye başladılar...
Onu da sanki (Başbuğ beyefendilerin askerlik arkadaşıymışcasına) Başbuğ sıfatını kullanmadan “Türkeş Bey„ diye nutuklar irat etmeye başladılar...
Haaa... Şimdi kıçları iyice sıkıştığı için, zamanında “Milliyetçi Çizgi„ adı verdikleri gazeteleriyle dirisiyle uğraştıkları Türkeş‘in, ölüsüyle bile uğraşamayacaklarını anladıkları için, mecburen arada Başbuğ diyerek, yeniden ülkücülerin gönlüne girmenin yolunu arar oldular!
Velhasıl o mezarın başında her sene uyguladıkları şablonlaşmış proğramda tek samimi yürek olarak Kur‘an tilavetinde bulunan hocamızı gördüm.
Yüreğindeki acısı Kur‘an okurken sesine bile sirayet etmiş bir kardeşimiz olduğu için ona teşekkür ediyorum.
Ondan Allah razı olsun...
Gerisi bana göre fasa-fiso...
Yüreğe dokunmaktan ziyade, sinire dokunan işler yaptılar hep...
Ha şimdi bazıları şunu diyebilir;
Peki nasıl olmalı Ozan Arif?
Yahu bunu sormak bile abes olur bence!
Yeterki istensin, o 4 Nisan tarihinde, o mezarın başında olsun, hemen akabinde Ankara‘nın en büyük bir camiinde olsun veya hemen peşinden bir büyük salonda olsun, gelen insanlara dolu dolu Başbuğ‘umuzu anlatmak, Onu ve Onun davası olan Türk-İslam Ülküsünü yaşatmak için, hem İslam ahlakına, hem de Türk töresine uygun neler yapılmaz ki?
Dedim ya yeter ki istensin... İstensin...
Çünkü o mezarda yatan sıradan bir insan değil...
O mezarda Muslukçu Osman, Tornacı Ömer veya Hurdacı Selim yatmıyor!..
O mezarda daha öğrenciyken Türk‘e ve Türk bayrağına hakarete yeltenen ingiliz öğretmenini sınıfın penceresinden aşağı atan bir Türk evladı yatıyor...
O mezarda Türk-İslam ülküsünü fikir zemininden alıp siyasi zemine taşıyan,
O mezarda İslam ahlakını, Türklük gurur ve şuurunu gönüllere kaneviçe gibi işleyen,
O mezarda Vatan,Millet, Din ve Devlet şuurunu yüreklerimizde şahlandıran,
O mezarda Türk siyasetine ciddiyet kazandıran, özü bir, sözü bir olan, bugün başka yarın başka konuşmayan yani kıvırmayan,
O mezarda Türkiyenin Macaristan, Çekoslovakya veya Afganistan gibi kızıl çizmeler altında kalmaması için her şeyi göze alan,
O mezarda bir nesile “ Türkeşçiler „ diye adını veren, sadece Türkiyedeki Türklerin değil bütün dünya Türklüğünün saygı ve sevgi duyduğu bir vatan evladı yatıyor...
Evet evet o mezarda Vefat ettiği gün Yunan gazetelerinde bile, hakkında “Mert Bir Düşmanı Kaybettik!..„ diye manşet atılan, yani o mezarda dostun da, düşmanın da hakkını teslim ettiği Alpaslan Türkeş yatıyor Türkeş...
Ama gel gör ki Türkeş‘in mirasının üstünde oturup, onun bıraktığı imkȃnlarla saltanat süren, ancak onunla ilgili bir Yunan kadar bile basiret gösteremeyen soysuz o kadar çok ki!..
Hangisini yazayım?!
Baştan başlayıp saymaya kalksam ne vakit yeter, ne zaman yeter...
Şimdi benim kullandığım kavramları yani soysuz dememi, şerefsiz dememi çok ağır bulanlar olabilir...
Hayır efendim ne ağırı?
Hem hiç bir şey yapmayacaksınız!..
Hem de bir şeyler yapmaya çalışan, Türkeş‘i anmaya, anlatmaya kalkan ülkücülere, hatta ilim adamlarına engel olmaya kalkacaksınız!..
Üstüne üstlük Başbuğ‘un mezarına gelen insanlara bile engel olup, yasaklar uygulatacaksınız!..
Sonrada ben bir şey deyince hakaret telakki edecek, sövüyor, küfür ediyor diyeceksiniz...
Hadin ordan, ne ağırı be?!..
Ben bu Başbuğ düşmanlarına az bile söylüyorum az!..
Evet bunlar resmen Türkeş düşmanı!..
Çünkü bu davranışları ancak Türkeş‘e düşman olanlar yapabilir, başkası yapamaz...
Hatta bir mezarın ziyaretine kanlı düşman olsa bile yasak getirmez, getiremez...
Benim bunların Türkeş düşmanlığını farketmem yirmi seneyi aştı...
Lakin bir türlü anlatamadım...
Aha işte şimdi görün...
Halȃ görmüyorsanız ne yapayım, parmağımı gözünüze mi sokayım yani?
........
Yahu diyelim ki, hiç bir faliyet yapmıyor veya yapmayı beceremiyorsunuz...
Arkadaş o gün gazetelere;
“Vefatının yıldönümünde Başbuğ‘umuzu rahmetle anıyoruz...„ diye bir ilan vermeyi de mi beceremiyorsunuz?
Sakın paramız yok falan demeyin!
Başbuğ‘un bütün ülkücülere emaneti olan o parti adına devletten trilyonlarca para alıyorsunuz...
Hiç bir ile seçimde dahi doğru dürüs para gönderdiğiniz de yok...
Eee... Ne yapıyorsunuz bu paraları?
Her şeye para buluyorsunuz da, Başbuğ‘u anma ilanları için mi para bulamıyorsunuz?
Hadi onu da yapmadınız, peki Ankara‘nın caddelerine aynı duyguları ifade eden sözlerle ve Başbuğ‘umuzun resimleriyle dizayn edilmiş afişler yapıştırmak, billboard'ları o afişlerle donatmak da mı çok zor iş?
Tek tabanca (muhalefete hak bile tanımadan) rakipsiz olarak yaptığınız kogrelerde dahi kendi resimlerinizle caddelerdeki bütün billboard'ları hatta metro istasyonlarındaki panoları bile donatacak kadar imkan buluyorsunuz da, Başbuğ'u anmak için mi bulamıyorsunuz?..
Ne o yoksa afiş yapıştıracak adamınız mı yok?
Mezar başına ziyaret için gelenleri engelleyecek, hatta tartaklatacak adam buluyorsunuz da, Başbuğ‘un anma afişleri için mi kimseyi bulamadınız beyler?
Hayır hayır, her imkanınız var!
Bunu ben de biliyorum, herkes de biliyor...
Elinizde her imkanınız var ama içinizde de yumrulaşmış bir Türkeş düşmanlığı da var sizin...
İşte her şey o düşmanlığınızdan kaynaklanıyor!
Evet evet hiç saklamayın, siz resmen Türkeş düşmanısınız...
Ülkücülerden saklasanız da, gizleseniz de Türkeş düşmanlığı sizin ideolojiniz...
Ama unuttuğunuz bir şey var beyler!
Kişiler ideoloji kurabilirler, lakin kişi düşmanlığından ideoloji olmaz!..
Başbuğ‘un ani gidişiyle bulanan suda ülkücüleri kandırarak balık avladığınız için, dolayısıyla bütün yuvalarımızı ve mühürlerimizi elinize geçirmiş olmanız hasebiyle şimdilik güçlü görünebilirsiniz.
Fakat güçlü görünseniz de yukardaki arzettiğim gerçeği anlamayacak kadar aptalsınız!
Eğer kişi düşmanlığından ideoloji olsaydı, bu memlekette Atatürk düşmanlığı ideoloji olurdu...
O sebeple bu düşmanlığınız işe yaramayacak, hatta ne yaparsanız yapın, artık attığınız her adım bitmişliğinizin ispatı gibi! Ne kadar aptal olursanız olun bu gerçeği yakında siz bile göreceksiniz...
Çünkü;
“Kar yaza kalmaz, yeşil de güze kalmaz!..„
Aha bakın göreceksiniz...
12 Nisan 2018
Samsun