Bu yazımı 2-3 gün önce yazdığım “Kendini Bilmek„ başlıklı yazının devamı olarak değerlendirebilirsiniz..
Evet...
Başlık olarak koydum ama tekrar sorayım aynı soruyu!
“İşe göre adam mı, yoksa adama göre iş mi?„
Bu soruya doğru cevap vermek ve o doğru cevabı hayata geçirmek, bence küçük işletmelerden, büyük şirketlere kadar hatta köylerden şehirlere, şehirlerden ülkelere kadar hayati bir durum arzetmektedir.
Bu sualin doğru cevabı, siz de takdir edersiniz ki, “İşe göre adam çalıştırmaktır..„
İşe göre adam çalıştıran ülkeler çok hızlı yol kat ederken ve gelişme gösterirken, adama göre iş ayarlayanların yönetici olduğu ülkeler adeta yerinde saymakta ve o ülkeler hiç bir gelişme gösterememektedir.
Bir işin en iyi yapılabilmesi için şart olan şey, o işi uzmanına bırakmaktır.
Çünkü işin pratik yönlerini, nasıl yapılacağını, işle ilgili yan etkilerin, getiri ve götürülerinin neler olacağını en iyi bilen kişi elbetteki o işin uzmanı ve erbabı olan kişilerdir.
Bir işin iyi yapılabilmesi için seçilecek kişi ancak bu konuda uzmanlığı olan kişiler arasından seçilmelidir.
Üzülerek ifade edeyim ki;
Bizim ülkemizde bu kuralın gereği kadar uygulanmıyor!
Yüz kere dedim ki;
“Mısır unundan baklava, incir ağacından oklova olmaz..„
Ama anlatamadım!.. Anlatamadım... Anlatamadım...
Zorla değil ya anlamıyorlar!..
..........
Tabi ki devirler değişiyor...
Devirlerle birlikte kıymet hükümleri de değişiyor...
Şimdi bakıyorum da insanlar yaradıkları işe göre değil, oturdukları koltuğa göre veya sahip oldukları maddi imkanlara göre değer buluyorlar...
Hal böyle olunca;
Siyasetten, brokrasiye kadar, sanattan ticarete kadar her yerde işe yarayan insanları şamatalarıyla, (afedersiniz) puştluklarıyla engellemek, onların başarılarını gölgelemek isteyenlerden geçilmiyor.
Ama bir milletin medeni ve ilmi seviyesi bazı insanların göz boyamasıyla değil, işinin ehli insanların yaptıkları işe göre değer bulmasıyla ölçülür.
İltimas, rüşvet, kayırmacılıkla tepeden tırnağa kuşatılan ülkelerde gerçek işe yarayan insanlar hep kenara itilir...
Onlar kenara itildikçe de o ülkeler bataklığa saplanırlar.
Dolayısıyla, laf cambazlığı, dalkavukluk, yalakalık, ayak oyunlarıyla işin ehli olan yani liyakat sahibi olanların önünü kesen şerefsizler de böyle toplumlarda peydah olurlar!
Makam sahibi olmayı veya yükselmeyi sırf maddi çıkarları ve hava basmak için isteyen insanlar elbetde ki, ilimde ve imanda sıfırı bile tüketmiş zavallılardır.
Gerçek dürüst insan, hakiki vatanperver yapacağı işi gaye edinen insandır.
Mevki ve servet ise bu asil gayenin arkasından gelen bir dünya nimetidir ve içine haram karışmadıysa ana sütü gibi helâldir.
Şimdi düşünün!
Bir orduda paşa üniformasını giymeyi gaye edinenler mi o işe layıktır, yoksa bir paşanın, bir komutanın yapa bileceği en iyi işleri yapmayı gaye edinenler mi o işe layıktır?
Mecliste vekil olmak için takla atan, kıç yalayanlar mı, yoksa bir vekilin yapabileceği millete hizmet işini en iyi yapmayı kendine ülkü edinenler mi o işe layıktır.
Doktor olmak o mesleğin verdiği sosyal statüyü kullanmak, gelen hastalara poz yapmak mıdır, yoksa tam aksine hastalarına şifa dağıtmayı ülkü edinmek ve bu ülkü uğruna bir ömür tüketmek midir?
Bu örnekleri çoğaltmak ve peşpeşe sıralamak mümkün.
Ama sıralamak neyi değiştirir ki;
Yukarda söylediğim gibi anlamayanlar veya anlamak istemeyenler anlamıyor zaten!
Üstelik;
Su doldurduğu kâsesinin boyutuna bakmadan, pınarı hatta gölü, denizi bile suçlamaya kalkanlar var!
Amaaan...
Varsın olsun, alıştım zaten! Ancak, madem müslümanız diyorlar, şunu bari unutmasınlar!
Allah‘ın Resulü bile diyor ki;
“Şüphe yok ki Allah sizin mallarınıza ve suretlerinize bakmaz, kalplerinize ve yaptığınız işe bakar„
Bu sefer analatabildim mi acaba?
13 Ekim 2017,
Samsun